Yayladan Yaylaya
Rüzgar, soğuk esintisiyle yaylayı çevrelediği zaman, kimi aile için bu, göç vakti demek olurdu. Kaan da bu göçebe yaşam tarzını benimsemiş ailelerin çocuklarından biriydi.
Göç günü, herkes gibi güneşin yeryüzünü selamlamasıyla birlikte uyandı. Bu kısım, Kaan için yılın en keyifli zamanıydı çünkü yiyecek ve su bulabilecekleri daha yaşanabilir otlaklara göç etmek, onun dünyasında yeni bir başlangıca kurulacak ve yaşanacak yeni hayallere işaretti.
Tüm baharını geçirdiği yere veda eden Kaan, ailesiyle beraber göç edecekleri yere doğru yola koyuldu. Çadırlar toplandı, atlar yüklendi ve eşyalar habelere saklandı. Bu yolculukta kuzular ve keçiler de onlara eşlik edecekti. Doğanın sesi, huzurlu bir melodiyi anımsatıyordu. Uzun ve zorlu bir yolun ardından Kaan, yorgunluktan bitap düşmüş gözleriyle uzağında ama bir o kadar da yakınında olan, yemyeşil çimenlerin üstünü örttüğü çiçeklerle donatılmış dağın eteklerine baktı. Burası, Kaan’ın hayallerinden bile güzeldi. Tıpkı ihtiyaçları olduğu gibi, verimli bir arazi, genişçe bir otlak ve şelale gibi akan berrak bir nehir vardı.
Kaan ve ailesi, yeni taşındıkları bu yeri kendi evleri gibi benimsedi. Kısa sürede çadırlar kuruldu, yemek kokusu etrafı sardı, eğlenildi, fıkralar anlatıldı. Havanın kararmasının ardından herkes çadırına çekildi.
Kaan, uykuya dalmadan önce her mevsimin bir yenilik ve yeni keşiflerin fırsatı olduğunu, her geçen yıl yenilenen bu deneyimin ona çok şey kattığını düşündü. konar göçer yaşam şeklinin ona kattığı özgürlük doğa bilinci,birlik ve beraberlik tecrübelesini kendi nesillerine aktardığını hayal etti.
Günler geçtikçe yaylada erkekler avlanmaya, kadınlar çocukları eğitip yemek yapmaya devam etti. Yayla halkı el birliği ile düzeni sağladı.Yıllar geçti ve Kaan, kültürünün bir parçası olarak kabul ettiği konar-göçer yaşam şeklini hep ilk günkü heyecanı ile bekledi...


