SON DURAK
“Ben Eylem Baygın şuan 29 yaşımdayım ve bu yazıyı hapishane duvarları arasında oturmuş,o zor günlerime anlam vermeye çalışırken yazıyorum. Bu sabah öğrendiğim bilgilere yıkıldım. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Zaten hiçbir zaman da iyi olmadım...”
Yazıyordu. Elime geçen kağıtta. Bu arada kendimi de tanıtayım. Ben Hülya Koç hapishanesine müdürüyüm. Eylem Baygın’ın yazdığı kağıdı okuduktan sonra kendimi toplayamadım. Kağıtta;
“Ben 2008’de yeni daha küçük bir çocukken başıma bir olay geldi. Annem kanser oldu ve öldü. Daha sonra her ne hikmetse babam beni ve küçük kardeşimi İlayda’yı terk etti. Asıl sıkıntı ise babamın yaptıklarını ve benden sonra yaşayanları öğrenmemdi. Bizi terk edip Altan Vurgun’un yeni eşimin babasının mafya ekibinin arasına katılmış olmasıydı. Ben bu olaylardan iki gün sonra kardeşimin artık bir şeyler yemesi gerektiğini düşündüm. Mutfağa girdim ve ekmek doğruyordum, dalmıştım. Aniden kardeşim oynayarak bana doğru geldi. Tabi o daha masum bir melekti, ölüm nedir bilmiyordu bile. O anda ben o dalgınlıkla arkamı döndüğümde, bıçak kardeşimin kalbine saplandı. Tabi bir kriz geçirdim, yardım istemek yerine kurtarmaya çalıştım. O bıçağı sakladım ve evi terk ettim. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim yanlış yaptığım ama kendimi de kurtarma çabasında olduğumdu. Ve başardım da karşıma annemin üvey kardeşi Derin teyze çıktı. Ona hiç bir şey anlatmadım. Tek bildiği annemin hayatını kaybetmesiydi. Bu arada Derin teyze annemi hiç sevmezdi ama beni çok severdi. Onun yanında kalmaya başladım. Yük olmamak için bir kuaföre işe girdim. Artık kimseyle konuşmuyordum, içime kapandım. Günler hatta inanmazsınız belki ama yıllar böylece bırakıp gitti tabi çocukluk arkadaşım Derin teyze gilin yan binasına taşınana kadar. Ve gelmişti, herşeyimi sadece o bilirdi. Ama o gittikten sonra herşey çok değişmişti. Belki anlatsam anlamayacaktı ama anladı. Sanki daha önceden haberi varmış gibi davranıyordu. Artık biraz daha rahatlamıştım. Çünkü beni anlayan biri çıkmıştı. Buraya neden döndüğünü merak ettim ve sordum, meğer Ayaz Vurgun doktor olmuş, haberimiz yok. Bi yandan sevinmiştim ama içimde garip bir şekilde hem kıskançlık hem de hüzün vardı. Çünkü benim hayallerim yaşanmadı. Belkide hiçbir zaman yaşanmayacaktı. Kuaförün biraz çaprazında bir devlet hastanesi vardı. Oraya atanmış. Ve zaten bunları konuşurken akşam oldu. Diğer gün öğle molasında bana kahve ısmarladı. Birlikte güzel vakit geçiriyorduk. Yıllar sonra ilk defa mutluydum. Ve gerçekten mutlu eden bir vardı. Daha sonrasında 1 ay böyle devam etti ama o günü hiç unutmuyorum “13.10.2021 beni sevdiğini ve hayatıma girmek istediğini söyledi. Mutluydum ama hayatımdan çıkan insanların yerini asla dolduramayacaktı. Keşke o günlerde annem de olsaydı. Ama benim en çok üzüldüğüm şey kardeşim çocukluğunu bile benim yüzümden yaşayamazken ben gelecek hayalleri kuruyordum. Hayatım boyunca hep keşke dedim ama hiçbir şey işe yaramadı. Neyse konuya geleyim, o gün ilişkimiz oldu. Birbirimizi güldürüyor eğlendiriyorduk artık bütün hayatım o olmuştu. 2 yılımız böyle geçti, evlenme kararı aldık. Ve olacaklardan habersiz düğünümüz oldu. Birinci ayımıza gireceğimiz gün Ayaz nöbetteydi ve kapı çaldı. Sanki hissetmiş gibi bir korkuyla kapıya doğru yaklaştım. Kapıyı açtığımda karşımda duran polislerle göz göze geldik ve o anda yıllar önce yaşanmasından korktuğum şey sonunda yaşanıyordu. Polisin ağzından çıkan kelimeler beni artık yıkmıştı.
Ellerim titremeye başladı ama ellerimin titremesine bile izin vermediler. Bileklerime kelepçeler tutulmuştu. Ben artık ne konuşabiliyor ne itiraz edebiliyordum. Sonrasında polisler arabaya bindirdi ve karakola gittik. Bir saat sonra Ayaz ve Ayaz’ın babası Altan geldi. Ayaz kurtarmak için çabaladı ama polisler izin vermedi. O anda karşımda babamı gördüm, içimde ikilemli duygular yaşadım ve bayılmıştım, hastaneye gitmiştim. Hastanede bir süre baygın kalmışım. Uyandığımda Ayaz vardı ve babamı görme isteğim, yaşadığım olaylar bi an çok etki yapmıştı. Bağırmaya çağırmaya başladım ama artık hem ruhsal hem bedensel olarak çökmüştüm. Bu yüzden artık itiraf ettim. Bu saatten sonra Ayaz’ı dışarı aldılar ve 1 saat sonra beni hapishaneye getirdiler. Daha sonrasında direk beni içeri attılar. O anda beni içeri doğru bir el çekti, çok farklı bir ortamın içine düştüm, bir hafta boyunca ne yedim ne içtim zaten haketmiyordum. Bu arada şiddette görüyordum. Bu haftanın sonunda Ayaz kendini bıçaklamış ve ölmüş artık hiç birşey kalmamıştı. Sanki ölmeyi bekleyen bir kelebek gibi hayatta çaresizce bekliyordum. Altan Vurgun oğlunun öldüğünü öğrenince beni ve babamı suçlamış. Babam belki de şuan hayatta bile değildi. Bilmiyorum benim hayatımı ben kararttım ama babamın heleki Ayaz’ın hiçbir suçu yoktu. Annem Ceyda Baygın bu günleri görse belki de kanserden değil, benim yaptıklarıma olan şaşkınlığından ölürdü.Asla ona layık bir evlat olamadım. Affet beni anne. Buradan çıkmak istiyorum. Çıkarsam ilk yapacağım şey annemin ve ayazın mezarına gitmek olacak. Ama daha kardeşimin hangi mezarda bir melek olarak yattığını bile bilmiyordum . neyse ben kendimden nefret etmeye devam edeyim. Bu günlüğü böyle değil de,keşke mutlu anlarımı yazarak doldurabilseydim. Keşke...”
Yazıyordu. Sonrasında Eylem Baygın’a bu kağıdı teslim etmeye gittim. Tam verecekken elimden çekti ve çöpe attı. Ağlıyordu , ilk defa bu kadar çok ağlarken gördüm onu ‘biraz dertleşmek istermisin?’ dedim ama sanırım korkuyordu. Titremeye başladı. Elini tuttum ama artık çok asosyal bir insan olmuştu.hızla uzaklaşıyordu benden belki biraz sakin olsa iletişim kurabilecektik. Bende ne bekliyordum ki o kağıtta yazan şeyler doğruysa bu kız hala nasıl hayatta ona bile şükretmeliydik. Onu yalnız bıraktım çünkü benden çekiniyordu. Gittiğimde bir ziyaretçi gelmişti bu ziyaretçi Zeynel Baygın ‘dı. Bu onun babası olmalıydı. Eylem’i çağırdım. Babasını görünce bir tebessüm etti.ve ağlamaya başladı. Koşarak sarıldı, buna izin verdim. Çünkü halini anlıyordum. Babasıyla sohbet ederken hem hayattan soğumuş hem içindeki küçük çocuk ortaya çıkmış gibi bakıyordu. Konuştukça kendine geliyordu ama bir yandan babasını affetmeyen tarafıortaya çıkıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra bu süreye son vermek zorundaydım. Eylemde artık sıkılmış durumdaydı. Onu anladım ve hapishane odasına geri götürdüm. Bana baktı ve ağzından şu kelimeler çıktı:
-Bende diğer insanlar gibi mutlu olabilirdim.
Dedi. Cevap vermedim gözleri dolmuştu. Daha fazla daynamadım ve sarıldım.o bezmiş halini hem içeriden hem dışarıdan görebiliyordum..Ama o artık bu hale
katlanamıyordu.Odama gittim ve TV'yi açtım.Af çıkmıştı ve bize haber geldi.Bu haber onu mutlu edebilirdi.Herkese haber gittiğinde sevinirlerken onun içi hâla buruktu.Bir iki hafta sonra serbest kalmıştı.Kapıdan çıktığında gidebilecek yeri bile yoktu.Yardımcı olmak istiyordum.Ama elimden gelen birşey yoktu.Biraz düşündüm ve benle yaşamasıni teklif etmeye karar verdim.Bu riskli bir karardı ama onun sokaklarda kalmasina gönlüm elvermiyordu.Yanına doğru yaklaştım, -Merhaba Eylem.Benim sana bir teklifim var.Eğer sende istersen benimle yaşayabilirsin.
Dedim.O biraz çekindi ama sonrasında şu kelimeler çıktı ağzından:
-Aslında size rahatsızlık vermek istemem ama bu teklifi kabul edebilirim.
Dedi.Sevindim.Onu da alıp eve geçtim.Misafir odasını ona göre ayarladım.Evi şöyle bir dolandı,korku dolu ama duygulu gözlerle bakıyordu.Bir kaç gün geçti artık yavaş yavaş alışıyordu.Güzel anlaşıyorduk.
1 YIL SONRA.
Sabah uyanmıştık.Salı günüydü.Bir kaç aydır gözüken halsizliği bugün biraz artmıştı .Doktorlar kanserden şüpheleniyordu.Kahvaltı bile yapmadan hastaneye gittik.Kanser olduğuna emin oldular.Biraz değil baya ilerlemişti bu hastalık.Daha fazla yaşayacağını düşünmüyorduk.Eylem halsiz,soluk soluğa bir sesle teşekkür etti.Bu saatten sonra gözleri kapanıyordu,nabızda düşüyordu.Annesinin yaşadığı hastalıiğı oda yaşıyordu.Nabzı düşüyor artık çok geç Azrail onuda aldı bu hayattan.Son durağa gelmişti.Kapat gözlerini Eylem. Bir hikayenin daha sonuna geldin.Bu çile burda sona erdi.
Zeynep Solak